30 Ocak 2014 Perşembe

ŞİMDİLERDE SANA ISPANAK GİBİ BAKIYORUM.


Gerçekler acıtıyor. Üzüyor. Büyüdükçe gerçekleri fark ediyoruz. Fark ettikçe masumiyetimizi kaybediyoruz. Hayata hep gerçekçi baktım. Baktıkça da çirkinleştim. Ben, bir kerede olsa benim sana baktığım merkezden kendini görmeni istedim.Ben sana farklı bakıyordum. Şöyle örnek veriyim; Ben sana hamburger gibi bakarken diğer insanlar sana ıspanak gibi bakıyordu. Bu arada aranızda ıspanak seven vardır tabi. Ben nefret ederim. Şimdiler de sana ıspanak gibi bakıyorum. Aslında sadece gözümde büyütmüşüm seni. Bunu geçte olsa fark edebildim.

  O kadar kalabalık bir yerdeyim ki çevremde sığınacağım kimsem yok. Asıl yalnızlık bu işte. Çevrende onca insan olmasına rağmen yalnız hissetmen. Yine akşam olunca uzun uzun düşüncelere kapılman. Karmaşık düşüncelerini paylaşabileceğin hiç kimsenin olmaması. Bazen, en yakının sandığın insana bile anlatamazsın düşüncelerini. Anlatsan da dinlemeyeceğini bilirsin çünkü. Bu, ayak parmağını bir yere çarpmaktan bile daha acı veren bir olay. Ya, bir daha düşündüm de o kadar acı vermez. O acı bambaşka ve eminim ki aşk acısından daha berbat.

29 Ocak 2014 Çarşamba

Sonsuzluğun bir rengi olsaydı muhakkak ‘Siyah’ olurdu.

Gökyüzünü siyaha boyamak istiyordum. Hep karanlık olan içimde hiç doğmayan güneş, Dünya'da doğsa ne çıkardı ki? Yanlızlık, bir masalın izleriydi. Masalda herşey mutlu sonla biterdi ve yanlızken mutlu sonlarını bertbat edecek kimin vardı ki? Özlüyordum. Cem Adrian'ın sesi gibiydin sevgilim. Ne kadar acıtsan da vazgeçemiyordum. Haberin yoktu, ama ben vücumdaki her hücreye kadar çok seviyordum. Herkes canımı acıtırken, sen umutlarımı acıtmıştın. İşte belki de bu yüzden farklıydın ve ben belki de sana bu yüzden bu kadar bağlıydım. Bir dilek balonu saldım gökyüzüne. Görürsün diye. Gördün mü bilmiyorum, aslında hissetmeni istiyorum. Geceler hep aynı. Gündüzler hep vefalı. İçimde hep gece yaşanırdı. Bensiz de bir başkasıyla olduğunu görünce ilk kez bu kadar incinmiştim. İlk kez bu kadar ölüp ölüp dirilmiştim. İlk kez bu kadar vazgeçmiştim. İlk kez bu kadar inanmak istemiştim. Aslında hiç gelmemiş birinin gittiğine inanmıştım. Ve bu boşluk taarif edilemezdi. Fotoğrafların, anıların, sesin benimleyken, burda olmayışın daha ne kadar çok kanatabilirdi? Umut, sanki hiç duymayan birine, şiir okumak gibiydi. En güzel şiirler hep en güzel aşkların arkasından yazılırdı. Aşk güzel şeydi de, sen yoktun be kokusunu hiç bilmediğim. Her aşkın bir şiiri vardır. Şiir yazanlar da, hep aşkı kaleminde hissedenlerdir. Şiirler yazdım arkandan, Gökyüzüne saldım. Martılara, siyaha boyamak istediğim grimsi gökyüzüne saldım. Yağmurlarına aşık olduğum bulutlara gitsin diye. Onlar anlar mıydı şiirleri? Anlamak maarifet değildi. Önemli olan hissedebilmekti. Ve yağan yağmurun her damlası hissettiklerimi taşısaydı, tenine değen her damlada, anımsar mıydın beni? En son şiirimi yazıyorum sana. En son şiirimi. Bir şaire en çok yakışan, bir şeyler yazabilmesi değil, bir şeyler hissettirebilmesiydi. Ve intihar, o şairin en son şiiriydi. 

28 Ocak 2014 Salı


Artık hayaller bedava ve ne kadar yersen ye kilo aldırmayan bir yiyecekten farksızdı. Çünkü hayal kurmak bedavaydı ve ne kadar kurarsam kurayım asla gerçek olmuyordu. Olmayacaktı da biliyordum çünkü hayallerimde hep sen vardın. Ve bu o yiyeceğin içindeki en lezzetli ve en pahalı malzemeden farkızdı. Bu yüzden yiyemiyordum hiç. Kıştan farksızdın sevgilim. Kışı çok seviyordum ama hasta oluyordum. Seni de çok seviyordum ama acı veriyordun. Hani bir kitabın tam da en güzel yerinde ana karakter ölür ya, sonra kitaba devam etmek istemezsin. Önce devam edebilmek için cesaretin olması gerekir ; sen de benim kitabımın en güzel yerinde girdin hayatıma. Hayatımın belki de en güzel geçirmem gereken zamanında. Ve ben defalarca ölüyordum. İlahi anlamda değil belki ancak kendi içimde adeta boğulup boğulup duruyordum. Ve devam edebilmem için gücüm olması gerkekiyordu. İnsan bu kadar üzer mi kendine böyle değer veren birini? Böyle çok incitir mi? Hakkında belki de çok şeyi biliyorum ama bilmek istediğim şu ki hiç mi birşey hissetmedin, saçlarınla oynadığımda ya da ellerini tuttuğumda. Aslında hiç gelmemiştin, ve ben gelmeyen birinin gittiğini zannetmiştim. İşte o aradaki boşluğa düştüm ve şimdi çıkmak için attığım her darbede anılardan oluşan bu bataklığa yeniden batıyorum. Ama daha kötü olan ne biliyor musun? Sen şimdi başka kollarda mutlusun ve ben o bataklığın içinde ölmüyorum. Evet ölmüyorum! Sen yağmur yağmadan önce gökyüzünü kaplayan o koyu gri bulutların bendeki yerini bilir misin? Tenime değen her yağmur damlaları seni anımsatır, bilebilir misin? Sahi ne ara gitti ellerin avuçlarımdan başkasının avuçlarına? Ne ara uzaklaştı benden bu kadar benim olanım? Sahi, sen hiç benim olmamıştın. 

27 Ocak 2014 Pazartesi

 
   
Sanki hiç tanımadığım birini özlüyormuşum gibi. Sanki sesimi duyurabilmek için avazım çıktığı kadar bağırıyormuşum da, kimse beni duymuyormuş gibi. Ara sıra gel yanıma sevgilim, bu kadar özletme kendini bana. Sahi ne ara gitti ellerin avuçlarımdan başkasının avuçlarına? Ne ara bu kadar bittik, ne ara bu kadar hasret kaldım, aslında hiç benim olmayan o kokuna? Hiç gelmeyen birinin gittiğine inanmıştım, ve aslında bu taarif edilemez kadar acı veriyordu. Aslında kimse farketmiyordu ama ben kendi içimde defalarca boğuluyordum. Hergün içimde bir umut mumu sönüyordu ve sönen her mum, sanki sıcaklığını kalbime akıtıyordu. Yanıyordu! İçim yanıyordu! Yağmur her yağdığında biraz daha sessizleşiyordum. Yağmur sanki bana birşeyler anlatmak istiyordu. Sanki birilerine sesini duyurmak için bağıran insanların çığlıkları su damlalarına hapsolmuştu. Yağmur ne güzel yağıyor sevgilim, ve sen yağmurun bendeki değerini bilebilir misin? Sahi sen çok özlettin kendini sevgilim. Artık sadeec rüyalarımda görmek yetmiyor. Küçük bir çocuğun düşüp dizini kanatması gibiydi aşk. Kanıyordu, kabuk tutuyordu. Tam iyileşecek gibi olunac yine düşüyordu, yine kanıyordu. Ben de seni sevdim, kanadı. Tam kabuk tutacak gibi oluyor, uykudan uyanıyorum yine kanıyor. Yanlızlık güzel şey mesajlarına cevap atmamazlık yapmıyor, kalbini kırmıyor, üzmüyor. Ama sarılabiliyor musun yanlızlığa? Sen girnin bendeki yerini bilir misin sevgilim? Yağmur yağmadan önec hava grileşir. Gri bulutlar kaplar gökyüzünü. Sonra yağmur başlar. Sen yağmurun bendeki yerini bilir misin? Sen bir Cem Adrian sesi, sen bir Cemal Süreya dizesi. Sen benim hiç ısınmayan o ellerim, sen benim yağmurlarına aşık olduğum bulutların rengi. Öyle güzel bakıyordun ki, anımı bu kadar aıtabileceğin aklıma gelmezdi. Şimdi başkalarıylasın, ben yanlızım, gelen herkes birer birer gitti. 
Sana dedim ben, yazmayayım, 60-70 kelime yazamam diye, dinlemedin. Şimdi oku bakalım!

 Öncelikle gerçekten kızıyorum, daha önce hayatıma girmediğine, daha önce tanışmadığımıza. Çünkü şu son iki ayda, hayatıma o kadar renk kattın ki. Anlatacak, paylaşacak çok şeyin varmış gibi, ve ben hepsini bana anlat istiyorum. Çünkü daha önce dediğim gibi, benim için yeni bir arkadaşsın ve öyle dolu bir kişiliksin ki, her düşünceni, her fikrini, her yaşadığını bilmek istiyorum .


Seni daha önceden tanıyordum tabii, kahkahalarınla, bir sürü insanın herhangi bir şekilde senden bahsetmesiyle falan.  İçindeki çocuğu kesinlikle atlayamam. Mutlu olmak için yaşamak gerektiğini, önemli olanın mutlu olabilmek olduğunu kaybetmememi o çocuk sağladı. Fakat o çocuğu şımartma ve o inanılmaz mantığını onun eline verme, çünkü o çocuk bu dünyanın sınırlarını bilmez, başkasının gözünden bakmak istemeyecek kadar bencil ve empati henüz öğretilmemiş ona.


                                                                                 Asıl önemli olan, yürürken dostunu yarı yolda bırakmayacak, güvenilir birini bulmaktır. Henüz 15 yıldır yaşamış olmama rağmen bildiğim tek bir şey varsa o da, gerçek dostların çok az bulunduğudur.  Bu nedenle senin gibi bir dostla tanışmış olmak çok mutluluk verici.

Fark edildiği üzere çok kopuk gidiyor yazı,  seninle ilgili aklımda bir şeyin beni on farklı şeye yönlendirmesi, oradan da yüz diğer konuya atlıyor olması beynimin bunun sebebi. Bana taktığın isimler kadar mükemmelsin.. En son ne diyordun bana? Sahi, "pizzalı dost"tu değil mi?
Hayatımda var olman benim mutluluk sebebim, “Keşke şu an yanımda olsa ve yine abuk subuk şeylere gülüp ağlasak, ama sadece olsa…” diyeceğim gün çok yakın, olsun bunu bilmiyormuş gibi yapacağım. Çok seviyorum seni iyi ki varsın ve de benim için bir tanesin. İyi ki varsın We Heart İt kankası.



Bulutlu Yarınlar *-*





En çok da bulut olmayı istiyorum şu hayatta. Yüzlerce ruhun bakıp hayal kurduğu, karanlık insanların sadece bakmakla yetinip dokunamadığı bir bulut. Zaman kötü. İnsanlar, kirlerinden arınmak için farklı hayatlara ve ruhlara bulaşıp ortak ediyorlar içlerindeki karanlıklara, tüm güzel duyguları. Bulut olmak istiyorum. Hayattaki tüm iyi insanlara birkaç zamanlık nefes, birkaç satırlık teselli olabilmek için. Kimi zaman bir zürafa, kimi azman ise hiç unutulmadık bir insana benzetilen o bulutlardan olurum belki de. 
Ya da hiç bir şeye benzemeyen sıradan, mavi bir bulut. 
Her gün, küçük tatlı hikayeler fısıldarım rüzgarlara. Ve yağdığım zaman, yeryüzüne ulaşan herbir damlanın içine ruhumdan bir parça saklarım, bedenlerden sızıp da yeni yeni duygulara bir umut olsun diye. 
                 
Ben, su senin maviligime kapıldıgın gölüm, belki deniz, belki de okyanus. Bilmiyorum ben senin için neydim, ne oldum, inan bilmiyorum.
Ama sen su ölü turuncu balıksın. Benden uzak dur demistim sana, bak gördün mü? Kirliligimde, acımda bogulursun demistim sana. Neden gitmedin turuncu balık? Ölmeye yer arıyordun da bende mi öldün? Sen miydin sularıma doğru zamanda giren balık yoksa ben miydim seni bulmakta geç kalan su birikintisi?

Sahi biz neydik?
Sahi ben neydim?
Ben olmazsam nefessiz kalırdın, yaşamazdın. Ben seni yaşattım ama bak sen benle de yaşayamadın. Yoksa sen aynı sularda fazla kalamayan bir turuncu balık mıydın? Fazla mı derin geldim sana? Bir bende mi yüzemedin?

Gitmek istemeseydin ya turuncu balık, yaşatırdım ben seni oysa. ct=1