Sonsuzluğun bir rengi olsaydı muhakkak ‘Siyah’ olurdu.
Gökyüzünü siyaha boyamak istiyordum. Hep karanlık olan içimde hiç doğmayan güneş, Dünya'da doğsa ne çıkardı ki? Yanlızlık, bir masalın izleriydi. Masalda herşey mutlu sonla biterdi ve yanlızken mutlu sonlarını bertbat edecek kimin vardı ki? Özlüyordum. Cem Adrian'ın sesi gibiydin sevgilim. Ne kadar acıtsan da vazgeçemiyordum. Haberin yoktu, ama ben vücumdaki her hücreye kadar çok seviyordum. Herkes canımı acıtırken, sen umutlarımı acıtmıştın. İşte belki de bu yüzden farklıydın ve ben belki de sana bu yüzden bu kadar bağlıydım. Bir dilek balonu saldım gökyüzüne. Görürsün diye. Gördün mü bilmiyorum, aslında hissetmeni istiyorum. Geceler hep aynı. Gündüzler hep vefalı. İçimde hep gece yaşanırdı. Bensiz de bir başkasıyla olduğunu görünce ilk kez bu kadar incinmiştim. İlk kez bu kadar ölüp ölüp dirilmiştim. İlk kez bu kadar vazgeçmiştim. İlk kez bu kadar inanmak istemiştim. Aslında hiç gelmemiş birinin gittiğine inanmıştım. Ve bu boşluk taarif edilemezdi. Fotoğrafların, anıların, sesin benimleyken, burda olmayışın daha ne kadar çok kanatabilirdi? Umut, sanki hiç duymayan birine, şiir okumak gibiydi. En güzel şiirler hep en güzel aşkların arkasından yazılırdı. Aşk güzel şeydi de, sen yoktun be kokusunu hiç bilmediğim. Her aşkın bir şiiri vardır. Şiir yazanlar da, hep aşkı kaleminde hissedenlerdir. Şiirler yazdım arkandan, Gökyüzüne saldım. Martılara, siyaha boyamak istediğim grimsi gökyüzüne saldım. Yağmurlarına aşık olduğum bulutlara gitsin diye. Onlar anlar mıydı şiirleri? Anlamak maarifet değildi. Önemli olan hissedebilmekti. Ve yağan yağmurun her damlası hissettiklerimi taşısaydı, tenine değen her damlada, anımsar mıydın beni? En son şiirimi yazıyorum sana. En son şiirimi. Bir şaire en çok yakışan, bir şeyler yazabilmesi değil, bir şeyler hissettirebilmesiydi. Ve intihar, o şairin en son şiiriydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder